Dolar 32,4375
Euro 34,7411
Altın 2.439,70
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 22°C
Az Bulutlu
Bursa
22°C
Az Bulutlu
Cts 18°C
Paz 19°C
Pts 17°C
Sal 18°C

SİNOP CEZAEVİ’NDE

SİNOP CEZAEVİ’NDE
15 Aralık 2011 17:35
A+
A-

Sinop’a ilk gelişim. Aslında beni buraya getiren ‘Sinop Cezaevi:’
Sinop adıyla neredeyse özdeşleşmiş tarihi cezaevi dört yüz otuz yıl boyunca sayısız siyasi suçluya, yazara, şaire mesken olmuş…
Çocukken İmralı Adası’nda Adalet Bakanlığı’nın kampına giderdik. O zamanlar bu kadar ünlü değildi tabii. Yarı açık cezaevinde mahkûmlar bizlere hizmet ederdi. Çoğu siyasi suçlu olan bu insanlar ilginç gelirdi bana. Okuyan, yazan, düşünen kişilerdi…
Bundan dolayı olsa gerek hapishaneler farklı düşüncelere yol açar bende. Karanlık, ancak bir o kadar gizemli mekânlardır, sır dolu insanlar barındıran…
Birkaç yıl önce San Francisco’da Alcatzar Cezaevi’ni gezmiştim. Meşhur gangster Al Capone’un yattığı cezaevini. Uzun süre etkisinden kurtulamadım.
Bu nedenle olsa gerek Sinop Cezaevi’ne gelmeden önce, farklı şekilde gözümün önüne getirmiştim. Büyük bir merak ve heyecanla geldim tarihi hapishane kapısına. Ancak hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim.
Ülkemizde müzelere gereken önemin son birkaç yıl içinde arttığı bir gerçek ancak belli ki buraya kimse el atmamış.
Daha başka bir şekilde gözümün önüne getirmiştim, dedim ya. Birçok filmde, dizide görüntülerini izlemiştim. Pek çok filme konu olmuştu. Böyle miydi? Böyle mi olmalıydı? ‘müze’ diye ziyaretçilere açılan bir mekân…
Girişte mahkûmların didik didik aranıp kayıt edildiği, oradan revire gönderildiği kapıdan geçiyorum… Görüşme odaları, zindanlar, hücreler, disiplin odaları… Bakımsız, yıkık, dökük, pis, adeta yangın yeri idi. Ruhum hüzün ile dolu olduğu halde bu adeta izbe yeri uzun müddet seyrettim. Ağır demir parmaklıklı kapılar ardından odalara baktım. Birkaç demir ranza gelişi güzel sıralanmıştı…
Duvarlar… İsten, kirden, leke içinde, boyaları dökülmüş, üzerine gelen geçenin yazılar yazdığı taş duvarlara dönüşmüştü.
Dış cepheye yakın demircilik, marangoz atölyelerini geziyorum. Her yer bomboş. Bir zamanlar mahkûmlar bu atölyelerde cevizden tavlalar, tepsiler, dikiş kutuları yaparlarmış. Öyle rağbet görürmüş ki Türkiye’nin her yerine ‘Sinop Cezaevi İşleri’ diye satılırmış.
Cezaevi’nin tarihi oldukça eski. Etrafındaki burçların Selçuklulardan itibaren zindan olarak kullanıldığı bilinmektedir. Son dönemde ise mahkûmiyet sırasında suç işleyenler bu zindanlara kapatılmaktaymış.
1913’de Mahmut Paşa’nın öldürülmesiyle İttihat ve Terakki karşıtlarına karşı bir tutuklama kampanyası başlatılır. Tutuklulardan iki yüzü aşkın muhalif 5 Haziran’da ‘Bahricedid Vapuru’ ile Sinop’a sürgüne gönderilir. Tek bir kente yapılması ve çok kişiyi kapsaması yönünden o güne kadar yaşanmış en büyük sürgün olayı olarak nitelendirilir. Bu olayın Sinop’un ‘Sürgün Kenti’ olarak anılmasında çok önemli bir yeri olmuştur.
O günden sonra Sinop, gerek siyasi, gerekse adi suçtan, mahkûmları ağırlamaya devam etmiş. Kimleri misafir etmemiş ki. Sabahattin Ali’yi, Zekeriya Sertel’i, Refik Halit Karay’ı…
Gazeteci-yazar Zekeriya Sertel, Sinop’a sürgün edildiğinde mahkûmiyetini cezaevinde değil kalebent olarak şehir içinde sürdürmüş. Sinop’u sevmiş, tabi deniz kıyısı olması bunda etkili olsa gerek. Kalebentlikten duyduğu mutluluğu, eşine yazdığı mektupta, “Müjde üç sene Sinop’ta kalebentliğe mahkûm oldum,” satırlarıyla ifade etmiş.
Sinop Cezaevi Sabahattin Ali’nin yaşamında da çok etkili olmuş, orada tanıdığı insanları yıllar sonra öykülerinde anlatmıştır.
“Dışarıda deli dalgalar,
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma!”
Diye kaleme aldığı, ‘Aldırma Gönül’ adlı şarkının dizelerini burada yazmıştır…
‘Parmaklıklar Ardında’ adlı dizinin çekildiği yer dizideki şekliyle duruyordu. Dizi film bahanesiyle bile olsa bir odayı derleyip toparlamışlar. Oysa diğer odalarda kullanılmayan eşyalar, çeri, çöpü ile kilit altına alınmış. Kapandığı gün itibari ile el atılmadığı belli.
Oysa ne çok şey yapılabilir… Yatan ünlü kişilerin adları, fotoğrafları, mahkûmiyetlerine ilişkin bilgi notları asılabilir duvarlara. Özel eşyaları, yaptıkları resim, heykel gibi şeyler sergilenebilir. Bırakın bütün bunları bari boya, badana yapılsaydı…
Terk edilen bir yerin son gününü yaşıyorum sanki… “Orijinal hali ile gezdim,” diye kendini avutuyor insan…
Düzenli olarak kayıtların tutulmaması ve herhangi bir arşivin olmaması nedeniyle bugüne kadar sayısını dahi tahmin edemediğimiz mahkûmun ömür tükettiği cezaevi o kadar yorulmuş olmalı ki 1997 yılında görevini yeni yapılan cezaevine terk etmiş. 2000 yılından itibaren açık hava müzesi olarak halkın ziyaretine açılmış.
İçinde onca acının çekildiği tarihi cezaevi bomboş şimdi… Ancak şiirlere konu olmuş martılar hala nöbet tutuyor çatısında…
Hayal kırıklığı içinde son bir kez bakıyorum… İçimdeki duyguları paylaşıyorum görevliyle. Cezaevi’nin, kültürel etkinliklerin yer aldığı bir kültür merkezi konumuna getirilmesi yönünde çabalar olduğunu öğreniyorum. Çok iddialı ama olsun, düşünülmesi bile sevindiriyor beni…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?