Orada bir şehir var, uzakta…
Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim; sonunda dünyanın bir yerinde küçük bir Osmanlı kentine ulaştım. Neresi mi? Kosova’nın Prizren kenti…
Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim; sonunda dünyanın bir yerinde küçük bir Osmanlı kentine ulaştım. Neresi mi? Kosova’nın Prizren kenti…
Bir dağın eteklerine kurulmuş, ortasından nehir geçen, iki yakası köprülerle birbirine bağlanmış, camileri, tekkeleri, hanları, hamamlarıyla tipik bir Osmanlı şehri…
Belki diğer Avrupa ülkelerindeki gibi her köşe başında sizi bekleyen şenlik ya da gösteri yok. Ancak bu uzak topraklarda attığınız her adımda atalarımızın izleriyle karşılaşırsınız. Bir de bakarsınız insanlarının o içtenliğinin kıyısına ulaşmışsınız. Türk olduğunuzu hissettiklerinde aranızda sımsıcak duygular beliriverir.
Kente nereden girerseniz girin Akdere nehrine ulaşırsınız. Nehir sanki bir eksendir; sokaklar, caddeler ona göre kurulmuştur.
Kentin iki ana yakası bir taş köprüyle birleşmiştir. Tıpkı Üsküp’te, Saraybosna’da ya da Eskişehir, Amasya’da olduğu gibi… Uzanıp ülkenize dokunacaksınızdır.
Kosova hüzünler ülkesi bana göre. Bosna-Hersek’i andırır. Nasıl olmasın ki? Tanık olmuştur savaşa, ölüme, yalnızlığa… Ağlayan kent imgesini taşır bende. Yağmur bile gözyaşıdır sanki.
Kosova’da durup geçmişe bakarsanız çok yakın bir tarihte büyük bir insanlık dramının yaşandığını göreceksiniz. Ancak Kosova göklerinde bugün yeni bir hayat başlamış.
17 Şubat 2008 tarihinde Sırbistan’dan tek yanlı bağımsızlığını ilan ederek dünyanın en genç devleti olmuş. Ancak görülen odur ki Bosna-Hersek kadar olmasa da aradan geçen on yıla rağmen savaşın yaraları tam olarak sarılamamış.
Hala savaşın izleri yüreklerdedir. Mesela Küçük Kruşa köyündeki katliam unutulmamış. O ne dehşetmiş! Sırplar köyün erkeklerini bir evde toplayarak, makineli tüfeklerle ateş açmışlar. 115 ceset yakılmış. Pek çok kişi hala kayıp. Köyü yakıp yıkmışlar. Tek canlı bırakmamak adına hayvanları bile öldürmüşler.
Prizren’de Türkiye’yi görebilmeniz mümkün, çünkü Türk izlerinin yaşatıldığı bir kent. Buraya gelince yabancı dil bilmenize gerek yok. Halkın yüzde doksanı Türkçe konuşabiliyor. Çünkü resmi dillerden biri Türkçe. Anlayacağınız, aç, açıkta kalmazsınız, herkes size yardımcı olur. Kendilerinden biri gibi görürler. Kiminin dedesi, kiminin çocukları Türkiye’dedir. Toprak götürürlermiş memleketler arası. Giderken, gelirken…
Prizren’e gelince ne yapmalı? 15.yüz yıldan kalma meşhur bir taş köprü var. Şöyle bir köprünün kenarında Arnavut kaldırımına oturun isterim ve şehri izleyin. Camiyi, Ortadoks kilisesini ve kartal yuvasını andıran kaleyi aynı anda görebilirsiniz. Başka ülkelere, başka insanlara daha farklı bakmayı öğrenirsiniz.
Köprüyü geçince Şadırvan semtine varırsınız. Semte adını veren şadırvan şehrin kalbi olmuş.
Osmanlı eserlerinin en fazla bulunduğu yerlerden biri Prizren. Bayraklı cami, Gazi Mehmet Paşa hamamı, tekkeler… Bir de nereye baksanız tipik Türk konakları. Devlet korumaya çalışıyor kenti.
Kullanılan pek çok şey tanıdık geliyor insana. İthalatın çoğunluğu Türkiye’den. Buralara Türk yatırımcılarının gelmesi şart artık. Kim bilir Kosova, belki de Türkiye’den önce Avrupa Birliği’ne girer?
Prizren Kosova’nın aynası aynı zamanda. Kültürel ve sosyal açıdan önemli bir şehir. On yıldır belgesel film festivali düzenleniyor.
Buraya gelmişken Prizren köftesi yemeyi unutmayın, bir de şadırvanın etrafındaki kafelerde kahve içmeyi.
Şunu da mutlaka yapın: bir berber dükkânına girin ve deyin ki “Ben Türküm, nereleri gezeyim, ne yiyeyim?” Göreceksiniz insanlar sizinle konuşmak için yarışacaklar ve bakın daha neler neler anlatacaklar…
Bir de meydandaki fıskiyeli çeşmeden su için isterim. Çok güzel tadı var ve buz gibi.
Yeniden gideceğim o topraklara, içtiğim sudan dolayı değil tabi. Bir avuç toprak bekleyenlerim var artık…