Dolar 32,5467
Euro 34,8706
Altın 2.423,42
BİST 9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 25°C
Az Bulutlu
Bursa
25°C
Az Bulutlu
Per 21°C
Cum 23°C
Cts 20°C
Paz 20°C

Dünyanın en yeni cumhuriyeti

Büyük çoğunluğun dokuz günlük tatilin rehavetinden zor çıktığını düşünüyorum. Ben bu rehavetin tadına varamadım. Neden? diyeceksiniz.

Dünyanın en yeni cumhuriyeti
30 Kasım 2010 23:57
A+
A-

Büyük çoğunluğun dokuz günlük tatilin rehavetinden zor çıktığını düşünüyorum. Ben bu rehavetin tadına varamadım. Neden? diyeceksiniz.
Ne zaman başka ülkelere seyahat etsem tatildeymişim gibi hissedemiyorum kendimi. Benimkisi tatil falan değil. Çünkü tatil yapmıyorum, kısa da olsa başka bir hayatı yaşıyorum. Sonrasında parça parça yaşanmışlıklar birbirine ekleniyor, ikinci bir hayata dönüşüyor. Tıpkı bir rüya gibi; yaşanmış gibi de, yaşanmamış gibi de…
Bu durum gezileri tek başıma yapmamdan, konaklama, yemek, ulaşım gibi her türlü organizasyonun bana ait olmasından kaynaklanıyor sanırım. Yaşam için gerekli şartları kendim yaratıyorum ırkı, dili, dini, kültürü ile bilmediğim bir ülkede.
Şehir şehir, sokak sokak geziyorum. Halk neredeyse ve ne yapıyorsa ona dâhil oluyorum. İster istemez bedenen olduğu kadar zihnen de yoruluyorum. Yanımda bir tatilci grubu olmadığından şamata, gırgır pek yapamıyorum. Yaşamımın o kısmını başka başka ülkelerde bırakmış gibiyim.
Bunlardan biri de Karadağ. 2006 yılında cumhuriyetini ilan etmiş en yeni devlet. Sınırları Hırvatistan’dan Bosna-Hersek’e, Arnavutluk’tan, Kosova’ya hatta Sırbistan’a uzanan küçük, şirin bir ülke.
Bayram sabahı başkent Podgorica’dayım. Sade, sessiz ve gösterişsiz bir şehir.
Savaş zamanı çok tahrip olan ve sonradan tadilat gören Osmanlı’dan kalma bir cami avlusunda derin huzur veren bir sessizlik hâkim. Bu sessizlik kişisel hesaplaşmalara götürüyor insanı. Yaşamın ne kadar geçici olduğunu hissediyorum.
Şehir merkezine yol alıyorum. Hercegovacka denilen trafiğe kapalı bölgede sıra sıra dizilmiş tek katlı kafeler, restoranlar, butikler… Dikkatimi çekiyor, her yerde gençler var. Hemen hemen orta yaşın üstünde insan yok gibi etrafta. Daha ziyade evde oturmayı ya da sakin yerlere gitmeyi tercih ederlermiş.
Şehri yürüyerek gezdiğimden ağır bir yorgunluk çöküyor üstüme. “Evliya Çelebi niye ölmüştü acaba?” “Gezmekten ölen bir kişi var mıydı?” gibi abuk subuk sorular üşüşüyor aklıma.
Ne yapayım, kendime hâkim olamıyorum. Daha havaalanında bir özgürlük duygusu sarıyor içimi. Günlük hayatın ritminden bir süre uzaklaşıp bir yerle gitmek canlı kılıyor beni. Hayata daha iyimser bakmamı sağlıyor. Gezerken anlamıyorum. Oraya da gideyim burayı da göreyim derken dozu kaçırıyorum sanırım.
Bir, iki saatlik mesafelerdeki şehirlere günübirlik geziler yapıyorum. Her kentin kendi mahalli seslerine, renklerine bürünüyorum.
Balkanlar’ın en büyük gölü Skadar karşımda. Muhteşem görünüyor. “Allah’ın boş zamanına denk gelmiş,” gibi.
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin biraz da kitapçıları ile ölçülebileceğine inandığımdan koca bir sıfır veriyorum Karadağ’a. Beş günlük gezide iki kitabevine zor rastlıyorum.
Hırvatistan’da olduğu gibi Kotor ve Budva şehirlerinde de turistik bölge ‘Eski Kent’ denilen kısımda yer alıyor. Burası tamamen Ortaçağ şehri görünümünde. Daracık sokakların açıldığı küçük meydanlar, sıra sıra dükkânlar,  katedral ve malikâneler… Dünyaya ait bir yer değilmiş gibi. Burası bir düş ve ben de bir düşteyim. En ufak bir ses, en ufak bir kıpırtı yok. Yağmurun sesi hariç.
Elektrikler kesiliyor bir anda. Şehrin ışıkları… Hayat duruyor. Havada kasvetli. Üzerime türlü türlü gam ve kederden perdeler iniyor. Düşünüyorum, tüm dünyanın ışıkları gitse, karanlığa gömülse, bir tek bu ülke kalmış olsa… Allah tarafından Dünyanın En Yeni Cumhuriyeti’ne biraz daha süre tanınsa… Ya yavaş yavaş bu sürenin sonuna geliniyorsa!..
Bir zamanlar yeryüzünün belki de en güzel ülkelerinden biriydi Yugoslavya. Şimdi yok olmuş gitmiş, karanlığa gömülmüş. Kardeşin kardeşi öldürdüğü savaşın ardından. Yok olan umutlar, yok olan yuvalar, acıdan, üzüntüden deliren insanlar…
Cetinje ve Bar derken devam ediyor şehirlere yolculuklarım…
Seyahat etmek tutku olmuş bende. Bir kere vurulmuşum, onun büyüsünden kopmam imkânsız. Boyun eğiyorum ve o beni sürükleyip götürüyor.
İşte Adriyatik denizi kıyısındayım. Yağmurun ardından yüzünü gösteren güneş gülümsüyor.
Çevremde canlılık, sıcaklık… Masaya gelen farklı yemekler, gülen, şakalaşan insan seslerine karışan dalgaların sesleri… Evet, hayat her şeye rağmen güzel!

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?