Dolar 32,5187
Euro 34,9082
Altın 2.431,46
BİST 9.813,35
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 22°C
Az Bulutlu
Bursa
22°C
Az Bulutlu
Cum 23°C
Cts 16°C
Paz 17°C
Pts 19°C

Datça’dan izler

Datça’dan izler
28 Haziran 2010 09:18
A+
A-

Datça’dayım. Sahil kenarında oturmuş denizi seyrediyorum. Tam karşımda da bir adacık, orada öylece durmuş beni seyrediyor…
 ‘Ada’ deyince nedense insanın aklına deniz, kum, tatil gelir. Öyle midir, gerçekte? Robinson Crouse için ada, yalnızlık, yaşamla mücadeleyken Alcapon için Alcatzar adası biraz esaret, biraz teslimiyet değil midir? Ya Sait Faik için Burgazada?
Bir şeyin anlamı, kişinin yaşadıklarında saklı olsa gerek. Önceleri benim için tatil demekti ada. Yıllar içinde sevgi oldu, dostluk oldu, özlem oldu…
Dört ya da beş yaşındaydım adaya ilk gittiğimizde. On beş, on altı yıl hemen her yaz gittik. Aslında hiçbir şey yoktu adada… Kaldığımız moteli saymazsak,  restaurantı, kantini ve gazinosu; hepsi hepsi o kadar. Birkaç taşıt aracının dışında herhangi bir araç da bulunmazdı.
Gazete bile hafta bir, o da bir tane gelirdi. Doğru dürüst çalışmayan bir televizyonu vardı ki, medeniyeti hatırlatan belki de tek şeydi. Moteldeki ranzalar ise adeta adanın simgesiydi.
 Aslında tatil yerinden ziyade korku filmi setini andırıyordu. Bütün bu olumsuzluklararağmen, çocukluğumun, ilk gençliğimin en güzel dakikalarını orada geçirdim. Peki, o zaman neyini sevdin? diyeceksiniz.
Ağacın, denizin, böceğin sesini ilk orada işittiğimi söyleyebilirim… Duymak demiyorum, işitmek, hissetmek…  
Denize, kuma ilk orada dokundum. Öyle böyle değil, bir daha eşine rastlayamayacağım kadar güzeldi…
Dut ağaçları, incir ağaçları adanın her yanını kaplamıştı. Hele tabiatın ortasında hissettiğiniz özgürlük duygusu yok mu?..
Yıllar var ki rast gelmemişim böylesine, ta ki Datça’ya gelene kadar… Elimde olsa doğanın, sesini, rengini, kokusunu koyarım bavuluma, sımsıkı sarılırım bırakmamacasına…
Datça’da her şey bana onu hatırlattı. Denizi seyrediyorum, karşımda bir adacık. “Yavaş yavaş yaklaşsa,” diyorum; yaklaştıkça büyüse ve çocukluğumdaki o adaya dönüşse…
Sonra arkadaşlarımı görsem, kahkahalarını duysam, ailemle o günlerdeki gibi birlikte olsam ve kumsalda yanan ateşin kızıllığında kaybolup gitsem… Aslında başka şeyler yazacaktım, ama kelimeler böyle döküldü kalemimden. Varsın kalsın dedim. Duygular paylaştıkça daha bir anlam kazanıyor, daha bir lezzetli oluyor…
Onu bir daha görmem mümkün olmayacak sanırım. Artık ‘kapalı’, ziyaretçi kabul edilmiyor. Yalnız ve mahzun öylece duruyor, zavallıcık herhangi bir kıyıyı da göremiyor. Oysa uzaktan da olsa görmek isterdim; karşı kıyıda durup sevgilerimi göndermek isterdim…
Neyse, bende bıraktığı izlerin dışında Datça nasıl bir yer onu anlatayım.
Tarihin en önemli liman kentlerinden biri olan Knidos’un tarihi ve kültürel zenginliği üzerinde kurulu Datça… Dorlara, Perslere, Atinalılara, Romalılara son olarak da Osmanlılara ev sahipliği yapmış.
Yeni yerleşimin olduğu sahil şeridinde kafeler, restauratlar sıra sıra dizilmiş. Uzayıp gidiyor bu güzellik. Yürüyüş yapmayı sevenler için ideal. Soluklanmak için oturun bir kafeye soğuk bir şeyler için, muhteşem denizin renginde hayallere dalıp gidin…
Eski Datça’yı mutlaka görmelisiniz. İlk yerleşim yeri burasıymış. Her yan taş evlerle kaplı. Yıkılmış eski binalar çoğunlukta. Şimdi o yıkıntılar tek tek ayağa kaldırılıyor. Maalesef biz yine yarı yolda kalmışız… Almanlar, İngilizler restore etmişler evleri, geçip oturmuşlar. Bizden de yapanlar var az da olsa, buna da şükür.
Görülmeye değer yerlerden bir diğeri de yel değirmenleri. İkisi hariç diğerleri harabe halinde. Birini gezmeniz de mümkün. İlginç olan, değirmenlerden biri ev, diğeri de restaurant olarak kullanılıyor olması. Her ikisi de aynı kişiye ait. Bir değirmende yaşadığınızı düşünün, işyerinizde başka bir değirmen olsun; bütün gün bir değirmenden ötekine gitmek, keyifli olsa gerek!?
Civardaki köyler de gezilmeye değer… Esintili, temiz havası kalp, dolaşım, sinir ve romatizma hastalarına iyi geliyormuş.
Datça’nın simgesi Can Yücel tabii ki. Bugün onun mezarına gittim. Mezarın farklı bir dizaynı var. Ölüme, şiire, aşka inanan şair, vasiyeti üzerine buraya gömülmüş. Satırlarımı onun satırları ile tamamlamak geliyor içimden…
“Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?