Dolar 32,5004
Euro 34,6901
Altın 2.496,45
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 17°C
Hafif Yağmurlu
Bursa
17°C
Hafif Yağmurlu
Cts 21°C
Paz 21°C
Pts 26°C
Sal 26°C

CHOPIN’Lİ GÜNLER

CHOPIN’Lİ GÜNLER
15 Haziran 2012 18:14
A+
A-

Dokuz saatlik bir tren yolculuğunun ardından Varşova’ya vardım. Neyse ki yolda uyuyabildim. Çünkü ne kadar yorgun ve uykusuz olursam olayım yeni bir yere gelir gelmez uyumak gibi bir alışkanlığım yoktur. Dışarıda yepyeni bir şehir -hele de görmediğim bir ülke ise- tüm güzellikleri, karmaşası ve gizemliliğiyle kucak açmış beni beklemektedir.
Bu kez kalacak yer bulmakta biraz zorlandım. Az sayıda otel olması ve farklı bölgelerde bulunması, bir de üstüne üstlük kalacak yer olmaması işin tadını kaçırdı doğrusu. Hangisine gitsem beş günlük boş yer yoktu. Sonunda bir otelin görevlileri imdadıma yetiştiler. Sağı solu arayıp iyi bir otele yerleştirdiler beni. Bina da tam benlikti. Her yer gibi tarihi, tam da eski kentin merkezinde. Keyfim tekrar yerine geldi böylece.
Bu ‘Old Town’ yani eski kent hikâyesi bir başka oluyor canım. Hep düşünmüşümdür bizim neden ‘Old Town’ımız yok diye. Kıskanıyorum. Gerçi Bursa’da Ulu Cami’nin olduğu bölge bu tanıma uygun ama İstanbul için tam neresi konduramıyorum. Sultanahmet mi? Cihangir mi? Moda mı?
Varşova’nın Old Town’ı, yani eski kenti, yani Stare Miasto, UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiş ve koruma altına alınmış. Bitişik nizamlı farklı mimari yapıda evlerin yanında, Rönesans, Barok ve Gotik tarzı kiliselerin de bulunduğu bu bölgede gezinmek oldukça keyifli. Neredeyse her binanın üzerinde farklı figürler, resimler, heykelcikler görmeniz mümkün.
Varşova Meydanı, Avrupa’nın klasik meydanları görünümünde. Etrafında sıra sıra dizilmiş kafe-restoranlar, ortada bir heykel, kıyamet meydanı gibi bir kalabalık…
Allah’tan bu kalabalık Pazar gününe has bir şeymiş, yoksa gezmek mümkün görünmüyordu. Ancak her zaman, eserlerini sergileyen sanatçılara, faytonlarla gezintiye çıkan turistlere, hatta sihirbazlara rastlamanız mümkün.
Buraya renk katan biraz da minik öğrenciler. Öğretmenleri ile birlikte kimileri parti düzenlemiş, eğleniyorlar. Kimileri el ele yapışmış müzeleri gezmek üzere yola çıkmışlar. Üç dört yaşında olanları bile var. Geleceğin gezginleri demek ki böyle yetişiyor Varşova’da.
Şehirde pek çok yere yürüyerek gitmenizi tavsiye ederim. Çünkü yoğun trafik söz konusu. Metro ağı yok denecek kadar kısa. En iyisi yürümek anlayacağınız.
Gördüğüm diğer yerlere göre kültür ve sanat yönü gelişmiş olmamasına rağmen mimari yapıları ve yemyeşil doğası ile farklı bir güzelliğin tadına varıyorsunuz şehri gezerken. Kimi zaman da sürprizlerle karşılaşıyorsunuz.
St.Anne Kilisesi önünde bin sekiz yüzlü yıllardan kalma görünümlü bir adam bir broşür uzatıyor. Kilisede org eşliğinde Chopin dinlemek çekici geliyor öğle vaktinde. Bir bilet alıp içeri giriyorum. O ses… yankısı… içinde bulunduğum atmosfer… Chopin’e ulaşmak zor olmuyor…
Bu arada büyük üstadın Polonyalı olduğunu öğreniyorum. Varşova yakınlarında küçük bir kasabada dünyaya gelmiş. Buraya gelmişken Lazienti Park’ındaki Chopin’in anıt heykelini görülmeden gidilmez. Tek kelime ile muhteşem. Resmen, müziğin insan da bıraktığı duyguyu heykelde hissediyorsunuz. Gerek özenli peyzajı ve gerekse su üzerindeki büyüleyici Palas’ı ile park da görülmeye değer yerler arasında.
Günün yorgunluğunu bir nebze çıkarmak için yolculuklarım sırasında parkları gezmeyi, nehir kıyısında dolaşmayı oldum olası sevmişimdir. Avrupalılar bu tip sosyal alanlara çok özen gösterirler. Çoğu temiz ve bakımlıdır.
Mesela bir kumsal gördüm. Daha doğrusu kumsal haline getirilmiş bir mekân. Şezlonglar, kafe-restoran, plaj voleybolu ne isterseniz her türlü konfor düşünülmüş. Ancak yakınlarında deniz, göl falan yok. Çok uzaktan bir nehir akıyor. Kumsalda otururken nehri görmüyorsunuz üstelik. Ama zaman geçirmesi oldukça keyifli bir yer hale getirilmiş.
Bizim Yeşilköy’ümüzde de kumsalda denizin kenarına bir tabela konulmuş ‘Denize girmek yasaktır’ diye yazıyor. Altında insanlar denize giriyorlar. Hadi yasak anladım, çevir çitle, koy şezlongu, insanlar oturup dinlensin, güneşlensin, denizi seyretsin. Bilin ki gözüm kaldı Varşova’daki o kumsalda…
Neyse Chopin’e dönersek ona ait eşyaların sergilendiği müzeyi de mutlaka gezin. Ses müzesi gibi bir yer. Gerek dinledikleriniz gerek gördükleriniz ile yorulmanıza değecektir. Piyanosu ve bir kutuda muhafaza edilen saçları kuşkusuz müzenin en önemli parçaları.
Marie Curie, radyomu bulan bilim insanının doğduğu, yaşadığı ev de müzeye dönüştürülmüş. Kendisine ve eşine ait fotoğraflar ve kişisel eşyalarının sergilendiği müzeyi de gezmenizi tavsiye ederim.
Son nokta Varşova’ya yaklaşık dört saat uzaklıktaki insanlığın yüz karası Ausswitz Nazi Ölüm kampı oldu… Filmlerdeki, belgesellerdeki yer. Ancak her şey gerçekti. Hüzün ve trajedi insanın içine işliyordu… (Devam edecek)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj gönder
1
Merhaba
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?